Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

28 Aralık 2014 Pazar

Disütopya hı?

Düşünüyorum. Çok uzaklarda yaşayan insanları. Onlarla olan benzerliklerimi.. Mesela bileklerimiz aynı, onu kesebilecek şeyler de ve hatta kestikten sonra akacak sıvının rengi de öyle. Tuhaf sorular dolanıyor beynimin kıvrımlarında. Bu kadar aynıyken farklı olma çabalarımız neden? İnsanlık geliştikçe, yedikçe toprak parçalarını ve beton sıçtıkça o betonları merdivene döndürüp sınıf farkları oluşturdular. Temelde ihtiyaçları da yaşama biçimleri de aynı olan insanlar yediklerini değiştirdi, giydiklerini değiştirdi artan her kuruşun ütüne çıkıp bi kuruş alttakini küçük görmeye başladı bir üsttekine özenerek. Oysa hepsi aynı havayı soluyor aynı karışımları salıyordu havaya. Bu kadar aynıyken bu kadar uzaklaşabilmek büyük başarıydı birbirimizden.
         
  Notalar aynı, yedi tane her yerde, kalp ritimlerimizi değiştiriyorlar, soluğumuzu kesiyor bazen de yanaklarımızı kızartıyorlar. Onların da basamakları var birbirlerine böbürlenmedikleri uyum sağlamak, adaletli olmak adına farklı yerlerde durdukları. İyi ki yaşıyorum diyebiliyoruz mesela bi ezgi sonrası, belki çoğu insanın başaramadığını başarıyor. Ruhun gıdası olmasa benim sevgilim olurdu.

Şehir sokakları nasıl kaybolunası; dünyayı gezme, magmasında erime isteği uyandırıyor. Her girdiğim sokakta bir sonraki sokağın köşesindeki evin kapı rengini merak ediyorum. Ellerimi duvarlarında gezdirmek henüz ölmemiş hücrelerimi bile bulaştırmak istiyorum onlara. Bütün dünyaya dokunarak gezmek istiyorum, kayalara, ağaçlara ve insanlara. Elimden geldiğince hayata dokunmak tüm hücrelerimi tüm var olmuşlara paylamak istiyorum ta ki vücudumdaki tüm su kuruyana kadar.

  Kendimle yalnız kaldığım her saniye birinin payından yiyormuşum gibi pişmanlık duyuyorum. Dışarıda olmalıyım, orda bir yerlerde işte. Masallar anlatmalı, masaların altından dürtmeliyim birbirlerine açılamayanları. Erosun saplanmayan oklarını toplayıp kendime saplamalıyım. Hiçbir şey boşa gitmemeli olabildiğince çok şeye âşık olmalı hayatımın her anını tutkuyla yaşamalı, zevk almalı, zevk vermeliyim. Kendime hayatı daha anlamlı yapabilme görevini verdim ve kendim bunu gönüllü olarak kabul etti. Daha güzel olmalıydı dünya bi yerlerde hata vardı önce onları bulmalı ve yok etmeye çalışmalı. Bunun için yardıma ihtiyacım olacak ve dağıttığım hücreleri bir araya toplayıp onlardan isteyeceğim. Hepsi biraz ben olduğu için reddedemeyecekler beni. Milyonlarca olacağız ve hepimiz daha adil bi yer için gülümseyeceğiz. Ağaçlar da, duvarlar da öyle. Paylaştığım her şey, herkes benimle benzer şeyleri yaşayacak. Notalardan kokular salınacak. Herkesi sarhoş edecek ve daha dürüst, daha yaşanılır olacak üzerinde bulunduğumuz gezegen ve belki o bile daha çok sevecek bizi. Sarıldığımızı görüp kayıtsız kalamayacak. Distopyalara daha yakın olan şu dünyada benim ütopyam da bu. Güzellik yarışma kazananların ki gibi değil, asla güzellik yarışmalarının olmadığı bi ütopya bu. Her ihtiyacın olduğunda kayıtsız şartsız bir çift kolun arasında kaybolabilme şansının olduğu bir yer.. Yazılabilecek ve söylenebilecek bütün şeylerin parmaklardan döküldüğü boğazda düğüm olmaktan vazgeçtiği bir yer. Milyar kere sevilesi ve bi milyar kez de sevildiğin yer..Ve en önemlisi kendimi affedebileceğim bir yer.

 Hadi şimdi dönüp ölmeye devam edelim.

16 Ekim 2014 Perşembe

Sigarayı Öyle Çok Seviyorum Ki Asla Başlamayacağım..

Sigarayı öyle çok seviyorum ki asla başlamacağım.

Lisedeyken hani son sınıfta kemik bi grubumuz vardı.Herkesin vardır. Beş kişiydik. Okul çıkışları dershane önceleri aptal varoş bi tostçuya giderdik. Henüz sigara içmek kapalı ortamlarda yasaklanmamıştı. Ucuz bol ketçaplı lezzetsiz tostlarımızı yedikten sonra dördü sigaralarını yakarlardı. Zaten hep birlikte başlamışlardı. Sigaraya, alkole... En yakın arkadaşlarımdı, ben içmemeyi tercih ettim. Ergen yıllarımızda bile ısrar etmediler. Hatta daha bi sevdiler tutumumu, saygı gösterdiler..  Ovvv ne olgunmuşsun falanlık bir durum yok. Yani ben en deli yıllarımı onlardan çok sonra yaşayacaktım. Hepsi bu.

Bazı insanlar vardır. Öyle çok seversiniz, öylesine hayran olursunuz ki hiç sevgili olmak istemezsiniz. Tanıyacağım ve tanıdıkça hayranlığım azalacak ve azaldıkça hırçınlaşacağım ve sonra da ayrılacağım korkusuyla. Onlar hep orada bi  yerde süper kahraman olarak kalsın istersiniz. Yani ben öyle isterim. Korkaklığımdan, dengesizliğimden, ayran gönüllülüğümden çekinir de bi adım ileriye çağıramam. Bi adım ilerisi uçurumdur çünkü. Onları oradan atamam.

İstanbul da böyleydi benim için.Gün gelecek ne kadar harika olduğunu unutup sıradan bir yermiş gibi bakacağımdan korkardım. Ama hayat işte bana bu fırsatı vermeden çekip aldı beni onun koynundan. Denize çıkan sokaklarından, martılara çarpan rüzgarından, yamuk yumuk merdivenlerinden... Sonra dedim ki kendime. İstanbul hala muazzam bak hatıralarında. Hala çekip gitmek,kendini onun kollarına atmak için kavruluyorsun. Bu çok güzel. Eğer bir gün sıradanlaşacaksa, gözlerim kamaşmayacaksa boğazı seyrederken varsın İstanbul'la yolum kesişmesin. Razıyım..

Ne diyordum.. Sigara..
Sigaraya da bu sebepten asla başlamayacağım. Çünkü ben bağımlısı olmak, keyif almadan içmek istemiyorum. Sadece ihtiyaç olduğu için parmaklarımın ucunda durmasını istemiyorum. Beynimin vücudumun onu hissetmesini, içime çekerken gözlerimi kapadığım anı seviyorum ben. Anlat derim sigara kullananlara neden içiyorsun? Neredeyse hepsinden aynı cevabı alırım. -Öyle bi zevk falan aldığımızdan değil, tiryaki oluyorsun işte, arıyorsun kahvenin yanında, yemekten sonra....- Bu cümleleri kurmaktansa ondan uzak kalmayı uzun aralardan sonra dudaklarına bir öpücük kondurmayı tercih ediyorum..

Kısacası ulaşılmazın çekiciliğini seviyorum. Belki de bu yüzden melankoliyle Billie Holiday buğusuyla lanetlendim.Belki de lanetimi gizleme için sürekli gülüyorum. Siz de gülün. Gülmek en güzel kılıf bu aptal dünyaya bakmak için. Bir de şöyle sesli insanlar.. Hadi Billie H. dinleyelim o halde..


15 Ocak 2014 Çarşamba

hadi ya!

Her akşam olduğu gibi o akşamda işten eve yavaş, telaşsız adımlarla yürüyor yine düşünecek binlerce şey buluyordum kendime.

Evimle işim arası tam 1816 adım. 9 Waits şarkısı sığıyor..

Yürüyorum evet.

İstanbul'a geldim geleli toplu taşıma araçlarının insanları bu şehirden soğutup, tiksindirip terketmeye teşvik edecek şekilde ayarlandığını düşünüyorum. Bu yüzden eğer acelem yoksa yürümeyi tercih ediyorum. Her yere.


Yürüyüş ayakkabım oldu ilk defa ve ilk defa formlarda "hobileriniz" kısmına gerçekten yazabileceğim bir şeyim. Yürümeyi çok sevdiğimi; yürürken bir kaç insanla aynı istikamete gidiyorsam eğer yol arkadaşım yapıp kafamdan ilişkiler uydurduğumu ve bununla mutlu olduğumu fark ettim.

Her neyse konumuz bu değil.


Güzel bir kadın değilim, çok becerikli de sayılmam.Yani beni kafanızda ilk görüşte "O" diyebileceğiniz biri olarak canlandırmamanız için söylüyorum. Zira hayal kırıklıklarınızı toplayacak vaktim yok. Bunu benim için "aoouuvvv :(( " diye düşünün diye değil birazdan yazacaklarım anlamsız kalmasın diye söylüyorum.

Akşam dönerken, işten yani, hep yürüdüğüm bir yol var eve gitmek için. Bir alışveriş merkezinin içinden geçmek zorundayım.. Aslına bakarsan zorunda falan değilim sadece içinden geçerken yol üstündeki avm kafelerinde oturanların duruşlarından, giyimlerinden hayat hikayeleri çıkarmak için bahane arıyorum.

 Yağmur yavaştan yağmaya başlamış üstü açık olan avm den yüzüme damlalar düşüyordu. İçeride hangi kafeden geldiğini anlamadığım bir MFÖ şarkısı. Tabi ki yalnızlık ömür boyu diye tekrarlıyordum içimden... Ne de güzel söylüyorlar.. Sesim bir türlü avaz avaz şarkı söyleyecek kadar güzel olmadı. Biraz da buna üzülüyorum. Ne acı sevdiği şeyleri yapamıyor oluşu insanın.Ne acı.

Mırıldanıyorum. Yalnızca kendimin duyacağı biçimde.Sonra dışarıdaki bana göre en uzak masada oturan adamla göz göze geliyorum. Hemen bırakıyorum mırıldanmayı.Sanki sadece şarkıyı değil kafamın içinden geçenleri de duymuş gibi bakıyor gözlerime. Bi an yavaşlıyorum, bakışları beni sersemletiyor sanki. Güzel bir adam çünkü.Otuzlarında, bakımlı ve çekici. Üzerimdeki gözlerine hiçbir mana veremiyorum.Adımlarımı sıklaştırıyorum, hemen çıkmak istiyorum avm'den.

Gözlerimi yukarı kaldırırsam bana doğru yürüdüğünü görebilirdim. Ancak biraz sonra önümde beliren bir çift ayakkabıyla karşıma dikilmiş olduğunu anladım. Ne yani benimle tanışmaya mı gelmişti ? Peki neden ? Gerçek hayatta ne kadar realist bir insan olsam da çok çok derinlerde  bana "Hadi ellerini ovuşturmaya başla minik fare, senelerdir hayal ettiğin filmlerden fırlama tanışma sahnen gerçekleşmek üzere, ne duruyorsun!!" diyen iç sesim vardı. Çenesini kapaması için her şeyi yapabilirdim. Bunun için gözlerimi yukarıya kaldırdım.

Gözlerimi istemsiz olarak arka arkaya defalarca kırptım. Çünkü başının tam arkasında kocaman bir spot ışığı vardı ve onu görmemi engelliyordu. Bu yüzden surat ifadesi hakkında hiçbir fikrim yoktu. "Merhaba!" dedi . "Merhaba" dedim.Sesim buz gibi çıkmıştı.Zaten kansız olan vücudumdan bütün kan çekilmiş gibi hissediyordum. El sıkışmamak için bildiğim bütün duaları ediyordum içimden. O sırada bir şeyler söyledi, ben kaçırdım. Ablak ablak baktım görmediğim yüzüne gözlerimi kısarak. "Neden?" diyiverdim bi anda. Ve nasıl geldiğini anlamadığım bir cesaretle konuşmaya başladım. "Bir insan beni ilk gördüğünde tanışıp, konuşmak istemez. Yani içimi, biraz daha derinleri bilmesi gerekir bunun için.Nefes kesen bi güzelliğim falan yok biliyorum.(gözümün önüne düşen kıvrımları kulağımın arkasına itti, derin bi nefes aldım) Kimsin, neden dikiliyorsun karşımda." dedim. "Haklısın" dedi buğulu, hırıltlı ses tonuyla."biraz daha derinleri gördüm diyelim" derken gömleğimin açılan düğmelerini iliklemeye başladı.

Yer yarılmadı ve ben o an ortadan kaybolamadım. Yüzüm ateştopuna dönüşmüştü ve bacaklarım artık bedenimi taşıyamayacaktı. O kadar utanmıştım ki Adem eliyle beni işaret ediyordu. "Tamam cennetten atıldık ama peki ya O". Ellerini omzuma koydu sonra da saçlarımı bir çocuğun saçını sever gibi sevdi. başımı  yere eğip ağzımın içiyle teşekkür edip koşar adımlarla oradan uzaklaştım. Yağmur şiddetini artırdı yolun ortasında yanan yüzümü gökyüzüne tuttum. Ve bininciye göğüslerimin büyüklüğüne lanet ettim.Kesip kediye köpeğe dağıtmaya and içtim milyonuncu kez.

Kendimin kendime verdiği gazlardan on altı tırın tekerleğini doldurabilirdim. Yanaklarımın ateşiyle 3 tekne ekmek pişirebilirdim.Ellerimin soğukluğuyla cinayet işleyebilirdim. Peki ben ne mi yaptım. Eve gittim ve Friends izlemeye devam ettim.

Hayır hayır, bi aşk falan başlamadı. Çünkü bu gerçek hayattı ve bir film repliğinde de geçtiği üzere "Canımın içi, böyle şeyler yalnızca romanlarda olur." du.