Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

15 Ocak 2014 Çarşamba

hadi ya!

Her akşam olduğu gibi o akşamda işten eve yavaş, telaşsız adımlarla yürüyor yine düşünecek binlerce şey buluyordum kendime.

Evimle işim arası tam 1816 adım. 9 Waits şarkısı sığıyor..

Yürüyorum evet.

İstanbul'a geldim geleli toplu taşıma araçlarının insanları bu şehirden soğutup, tiksindirip terketmeye teşvik edecek şekilde ayarlandığını düşünüyorum. Bu yüzden eğer acelem yoksa yürümeyi tercih ediyorum. Her yere.


Yürüyüş ayakkabım oldu ilk defa ve ilk defa formlarda "hobileriniz" kısmına gerçekten yazabileceğim bir şeyim. Yürümeyi çok sevdiğimi; yürürken bir kaç insanla aynı istikamete gidiyorsam eğer yol arkadaşım yapıp kafamdan ilişkiler uydurduğumu ve bununla mutlu olduğumu fark ettim.

Her neyse konumuz bu değil.


Güzel bir kadın değilim, çok becerikli de sayılmam.Yani beni kafanızda ilk görüşte "O" diyebileceğiniz biri olarak canlandırmamanız için söylüyorum. Zira hayal kırıklıklarınızı toplayacak vaktim yok. Bunu benim için "aoouuvvv :(( " diye düşünün diye değil birazdan yazacaklarım anlamsız kalmasın diye söylüyorum.

Akşam dönerken, işten yani, hep yürüdüğüm bir yol var eve gitmek için. Bir alışveriş merkezinin içinden geçmek zorundayım.. Aslına bakarsan zorunda falan değilim sadece içinden geçerken yol üstündeki avm kafelerinde oturanların duruşlarından, giyimlerinden hayat hikayeleri çıkarmak için bahane arıyorum.

 Yağmur yavaştan yağmaya başlamış üstü açık olan avm den yüzüme damlalar düşüyordu. İçeride hangi kafeden geldiğini anlamadığım bir MFÖ şarkısı. Tabi ki yalnızlık ömür boyu diye tekrarlıyordum içimden... Ne de güzel söylüyorlar.. Sesim bir türlü avaz avaz şarkı söyleyecek kadar güzel olmadı. Biraz da buna üzülüyorum. Ne acı sevdiği şeyleri yapamıyor oluşu insanın.Ne acı.

Mırıldanıyorum. Yalnızca kendimin duyacağı biçimde.Sonra dışarıdaki bana göre en uzak masada oturan adamla göz göze geliyorum. Hemen bırakıyorum mırıldanmayı.Sanki sadece şarkıyı değil kafamın içinden geçenleri de duymuş gibi bakıyor gözlerime. Bi an yavaşlıyorum, bakışları beni sersemletiyor sanki. Güzel bir adam çünkü.Otuzlarında, bakımlı ve çekici. Üzerimdeki gözlerine hiçbir mana veremiyorum.Adımlarımı sıklaştırıyorum, hemen çıkmak istiyorum avm'den.

Gözlerimi yukarı kaldırırsam bana doğru yürüdüğünü görebilirdim. Ancak biraz sonra önümde beliren bir çift ayakkabıyla karşıma dikilmiş olduğunu anladım. Ne yani benimle tanışmaya mı gelmişti ? Peki neden ? Gerçek hayatta ne kadar realist bir insan olsam da çok çok derinlerde  bana "Hadi ellerini ovuşturmaya başla minik fare, senelerdir hayal ettiğin filmlerden fırlama tanışma sahnen gerçekleşmek üzere, ne duruyorsun!!" diyen iç sesim vardı. Çenesini kapaması için her şeyi yapabilirdim. Bunun için gözlerimi yukarıya kaldırdım.

Gözlerimi istemsiz olarak arka arkaya defalarca kırptım. Çünkü başının tam arkasında kocaman bir spot ışığı vardı ve onu görmemi engelliyordu. Bu yüzden surat ifadesi hakkında hiçbir fikrim yoktu. "Merhaba!" dedi . "Merhaba" dedim.Sesim buz gibi çıkmıştı.Zaten kansız olan vücudumdan bütün kan çekilmiş gibi hissediyordum. El sıkışmamak için bildiğim bütün duaları ediyordum içimden. O sırada bir şeyler söyledi, ben kaçırdım. Ablak ablak baktım görmediğim yüzüne gözlerimi kısarak. "Neden?" diyiverdim bi anda. Ve nasıl geldiğini anlamadığım bir cesaretle konuşmaya başladım. "Bir insan beni ilk gördüğünde tanışıp, konuşmak istemez. Yani içimi, biraz daha derinleri bilmesi gerekir bunun için.Nefes kesen bi güzelliğim falan yok biliyorum.(gözümün önüne düşen kıvrımları kulağımın arkasına itti, derin bi nefes aldım) Kimsin, neden dikiliyorsun karşımda." dedim. "Haklısın" dedi buğulu, hırıltlı ses tonuyla."biraz daha derinleri gördüm diyelim" derken gömleğimin açılan düğmelerini iliklemeye başladı.

Yer yarılmadı ve ben o an ortadan kaybolamadım. Yüzüm ateştopuna dönüşmüştü ve bacaklarım artık bedenimi taşıyamayacaktı. O kadar utanmıştım ki Adem eliyle beni işaret ediyordu. "Tamam cennetten atıldık ama peki ya O". Ellerini omzuma koydu sonra da saçlarımı bir çocuğun saçını sever gibi sevdi. başımı  yere eğip ağzımın içiyle teşekkür edip koşar adımlarla oradan uzaklaştım. Yağmur şiddetini artırdı yolun ortasında yanan yüzümü gökyüzüne tuttum. Ve bininciye göğüslerimin büyüklüğüne lanet ettim.Kesip kediye köpeğe dağıtmaya and içtim milyonuncu kez.

Kendimin kendime verdiği gazlardan on altı tırın tekerleğini doldurabilirdim. Yanaklarımın ateşiyle 3 tekne ekmek pişirebilirdim.Ellerimin soğukluğuyla cinayet işleyebilirdim. Peki ben ne mi yaptım. Eve gittim ve Friends izlemeye devam ettim.

Hayır hayır, bi aşk falan başlamadı. Çünkü bu gerçek hayattı ve bir film repliğinde de geçtiği üzere "Canımın içi, böyle şeyler yalnızca romanlarda olur." du.