Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

31 Temmuz 2012 Salı

"SESLERİM"


Geçen gün bi arkadaşım elindeki kitabı gösterip okusana dedi.İki sayfa bir şey.. Okudum ve daldım bambaşka yerlere. Ve şimdi sen de oku bence Atilla Atalay'ın şu minik hikayesini. Kendi üzerinden bize kendimizi anlatışını. Saygılar..



" SESLERİM..



gözlerini gözlerime dikmiş… kaçırıyorum, yine buluyor… “sen, sen bana dokunuyorsun” dedi… “yüreğimde bir yerleri acıtıyorsun, ama anlatılmaz güzellikte bir şey.”

tanrım, bir şey olsa… aygaz kamyonu filan geçse … aniden ceviz iriliğinde dolu yağmaya başlasa… bu romantik ortamın içine etse… ne oldu bu kıza, neler söylüyor…

“iyi ki varsın… iyi ki… neye benziyo biliyor musun? eskiden kaldığım yurtta camlar, içerisi dışarıdan gözükmesin diye beyaz yağlıboyayla boyanmıştı.. o boya tabakasındaki küçücük bir delikten bakınca dışarıyı görüyordum ben… hele baharda, öyle güzel gözüküyordu ki… işte seninle olmak, o bembeyaz ya da siyah şeyin ortasında küçücük bahara bakan deliği bulmak gibi.

”işi şamataya boğmalıyım, yoksa fena olucak… bu havada hayatta dolu yağmaz… aygaz kamyonu filan geçiceği de yok… kız resmen yerli film replikleri atıyor… hayır, ben ters adamım, inanıveririm, dökülürüm, aşık olurum, betonlara çakılırım, asıl benim canım yanar…

yerli film… evet… yerli film… ordan sıçmalı muhabbete…en ayhan ışık sesimi kullanarak, hınzır bir ifadeyle, ona belgin doruk muamelesi çektim… misilleme olarak yeşilçam öykülerinin değişmez repliğini attım…“bırak bu lafları, kaç para istiyosun onu söyle… onbin, yirmibin?..”esprime güldü.. güzel.. ardı arkasına zincirler, konuyu dağıtırım…

gülmesi bitince, “bu da senin numaran” dedi… “zırhın delinsin istemiyorsun… hesapta hiçbir şeyi ciddiye almıyorsun… aslında, sana göre hayat o kadar ciddi ve acıklı ki… böyle bir numaraya gerek yok… koyver gitsin kendini.” gözlerime anne anne bakıyor… “güzel olduğunuz kadar küstahsınız da bayan” dedim, ayhan ışık sesimle…

dedim, ama mümkün değil… saatlerce bana inanılmaz sevgi sözcükleri sıraladı…

ben ise ona yerli filmlerin değişmez repliklerinden attım durdum… sırasıyla necdet tosun, sami hazinses, cilalı ibo, turist ömer, ediz hun… hatta bir ara ayağa kalkıp “ayy-gaaz” diye bile bağırdım…sözünü ettiği yağlıboyadaki küçük delikten zırhımı açmasına asla izin vermedim… yıkılmadım, yavşamadım, kendimi asla açmadım… erkeklik gururuma değmesindi yağlıboya…

“korkacak bir şey yok” dedi… “ben sana ne yapabilirim ki?”“çok şey” dedim… “çok şey” derken kendi sesimi kullandığımı fark ettim. hemen kendimi toparlayıp ediz hun, ayhan ışık, figüran osman, erdal inönü sesleriyle ayrı ayrı üç kez “çok şey” demeye çalıştım… ama üçünde de kendi sesim çıktı…

sonra… sonra, yine yerli filmlerdeki gibi takvim yaprakları uçuştu… ben onu hiç aramadım… bir gün aklıma fena düştü, aradım… aslında aramadım… telefon açtım.o, “alo… alo” dedi, ben sustum… aniden, “susarken bile ayhan ışık taklidi yapıyorsun” dedi… anlamıştı… aslında belki de tek sorun, gerçekten anlamasıydı…“ne fena diil mi?” diye sürdürdü… “insan hep çok sevilsin diye uğraşır… sevilince de ödü patlar…” sustum… “belki de sen haklısın, o zırh ne kadar kalın olursa, o kadar iyi… artık arama, olur mu?” dedi. “ve sakın üzülme… o öyle nalet bir zırh ki; sen bile içerden delemezsin.”yine sessizlik… derken, belgin doruk gibi son cümlesini söyledi… “hesapta kendini koruyordun ama yine acı çekiyorsun… boşver… ne diyorlardı… gençsin, unutursun.”

genç miydim, unutur muydum?.. telefonu kapadım… sokağın köşesinden, yırtınarak bir aygaz kamyonu geçip gitti…"

atilla atalay"
İyi geceler.

10 Mayıs 2012 Perşembe

Kalmak zorunda Kalmak

Bazen hiçsindir, çok uzaklarda bi evin o evinin içinde sana ait bi köşen olmadığına yanarsın. Ya da yaşlanırken, su gibi akarken zaman eğilip bi yudum içemediğine, herkesle yaşarken kendinle öldüğüne yanarsın. Avuçların terlemez, dudakların kurumaz kimsenin yanında. Gözlerindeki ışığın söndüğünü yalnızca sen anlarsın.

Bazen o kadar yalnızsındır ki, bi taşın bile senden daha kalabalık olduğunu hissedersin; altındaki böceğiyle üstündeki yosunuyla..

Bazen iç organların parçalanırken gözlerinin artık dolmadığını fark edersin. Ufak bi ezgi seni acımadan yüz metrelik binanın tepesinden atar.Canın yanar, sesin çıkmaz bazen.


Bazen çıkmaz sokakların öyle çoktur ki umudunu yitirirsin. Çıkamadığın her sokağa işaret olsun diye bıraktığın kalbinin parçalarının sende kalandan büyük olduğunu anlarsın.

Bazen okuyamadığın kitaplara, gidemediğin şehirlere, söyleyemediğin şarkılara, öpemediğin insanlara kızarsın; tek suçlu onlar olsun istersin. Seni bulsunlar istersin, saklandığın yerden çıkarsın, kendine katsın..

Bazen savunmasız olmak istersin, güçsüz, aciz ... Sırf o korusun, sarsın sarmalasın, yanında olduğunu hissettirsin diye...

Bazen çikolata bile yemek istemezsin onu hatırlatıyor diye.
Bazen ölsün istersin, sonra ölsün istediğin için kendin ölmek.. Bir daha uyanmak istemediğin için uyumak istersin.Gözlerini kaparsın ve sadece kalmakla yetinirsin. Gidemezsin.


24 Mart 2012 Cumartesi

EFEXOR XR..

Olum benim şu hayatta başıma normal şeyler gelmeyecek mi ya :/ Bi kere normal insanlar gibi yaşayamadım. Hatta bak bugün ne oldu.Bankamatiğe para çekmeye gidicez merdivenlerden inerken tuttum trabzanlardan hhhooopp saçlarımı savurarak bi döndüm ve çaaat aşağıda asansör bekleyen teyzeyle göz gözeyiz. Kadın böyle kocaman kocaman bakıyo. Hemen böyle "öhhmm" falan yapıp ciddi triplerine girerek merdivenlerden indim. Yanımda arkadaşım nasıl tutuyo kendini ama anlatamam. Kapıdan çıktığımız gibi bastı kahkahayı. Ben de büktüm dudaklarımı "lan var ya sen yapsan orda kimsecikler olmazdı" dedim.Ki bu ilk de değil şansıma tüküreyim. İçimdeki şu beş yaşındaki çocuğu bi an önce öldürmeliyim.

Zaten ne olduysa onun yüzünden oldu.Yine geçenlerde arkadaştayız salona geçtik oturuyoruz neyse. Bi yirmi dakika sonra " kızım sen kesin  hiperaktifsin ya yirmi dakikadır burdayız ve on kere yer değiştirdin farkındaysan" dedi ev arkadaşım. Tabi ben de bi inkarlar bi bi'şeyler böyle, neyse en sonunda odaklanma problemimi de ona bağlayıp dedim "kızım senin bi doktora görünmen lazım".Velhasıl kelam gittim üniversitenin hastahanesine, nöroloji bölümüne abi dedim benim derdim böyle böyle, hiçbir işe odaklanamıyorum, ne biliyim yerimde duramıyorum, bide çok sallanıyorum. Bacaklarım benden habersiz kendi çapında bi ritm tutturuyo ya bi yere çarpınca ya da biri söyleyince "anaa hakkaten sallıyorum" diyorum. Neyse bir iki refleks ölçtü, bacaklarıma çekiçle falan vurdu, gözlerime falan bakı. "Pek bir şey gözükmüyor ama.." dedi. Ben zaten bi cümlenin içinde ama geçiyosa kıllanırım çok."Ama.." dedim. İki tane ilaç yazdı.Biri EFEXOR-XR 75 mg, diğeri de MODİODAL 100mg. Bu sallanmaya iyi gelecek olan efexor, odaklanmaya da modiodal dedi. Modiodalı istediğin zaman bırakabilirsin ama Efexor'u 6 ay kullanıcaksın dedi.Neden öyle dediğini ilacın kutusunu elime alınca anladım "laaaannn Antidepresanmış ya bu , oha psikolojik sorunarım var benim :( " tribine girdim.

İlaçları aldım neyse okuyorum prospektüsünden yan etkilerini falan aman yarabbi!! Bu kadar yan etkisi  olan bi ilacı neden verir ki doktor. Sonra baktım "kilo kaybı " yazıyo yan etkilerde, hemen hooop doktorun safına geçtim "Oha kızım adam bi şey biliyo ki verdi ilaçları herhalde, boşuna mı profesör olmuş len kullanıcam tabi" diyerekten. İçtim ilacı ama modiodalı daha önce kullanmıştım ve sadece ayık tutuyo insanı öyle çok bi ekşınlı etkisi yok başka. Efexor'u ilk defa kullanıyodum, bak yemin ediyorum daha bi saat geçmedi benim gibi hayat dolu cıvıl cıvıl insan hayattan soğudu. Allahım okuldayım zaten derse odaklanayım diye gittim mal gibi bakıyorum tahtaya, hiçbir şey anlamıyorum. Milletin en ufak konuşması beynimde zonklamalara neden oluyo, deli gibi esniyorum, midem bulanıyo. Saatlerdir bir şey yemiyorum açlık hissi sıfır. Böyle ensemde, alnımda garip ağrılar.Arkadaşlarım ne oldu falan diyorlar. Şimdi desem ki hastaymışım ilaç kullanıyorum olmayacak, ilaç beni daha hasta etti.Karar verdim efexor u bırakıyorum.Gencecik yaşımda depresyona soktu beni . Daha dün bir bugün iki; dün bi tane içtim ya, sadece bi tane! Bugün içmedim ama ellerim zangır zangır titriyo, kafamın arka kısmı resmen acıyor,çarpıntım var, ayağa kalkmak istemiyorum,gözlerim yanıyor. Salak oldum resmen.İnşallah bu böyle devam etmez. Yoksa o doktoru  ben ne yapacağımı çok iyi biliyorum.!

Ya ben normaldim :/ Hiç olmadı bu hallerim. Siz de olur a bir gün alırsanız bu ilacı çok iyi araştırın. Valla yan etkileri çok anacım, adamı maymuna çeviriveriyor :(

En önemli şey sağlık, hele ruh sağlığı ...

Şizofreni olmaz da kalırsam görüşürüüüz ^^

14 Şubat 2012 Salı

Cafe de Beyoğlu


Aşk’ı konuşmuştuk dün bir arkadaşımla. Nedir, ne değildir? O olmadan olur mu, olmaz mı? Epey kafa patlattık. Sonunda kişiden kişiye aşk’ın kendisinin de;  tanımının da değişeceği konusunda karar kıldık.

Tesadüf bu ya bugün aşk’ı –duydum-  o keman sesi beni aldı, yıktı geçti. Birden bire o kitapçıdan içeriye girerken buldum kendimi. Elim, ayağım titriyordu. Nefes alışım değişmişti, sordum elimle hoparlörlü göstererek “Ne çalıyor?”  tezgâhtar çocuk da şaşırdı “bir saniye” deyip iki sıra ilerideki raftan CD’ yi alıp bana uzattı. Hemen kasaya gittim. Atmışlı yaşlarda bir amca da duyup gelmiş. O da alıyordu aynı CD den. Elimde görünce “Çok güzel değil mi?” dedi gülümseyerek. “ Büyüleyici”  dedim. Karşılıklı gülümsedik. Sonra kitapçının içini dolduran keman, çello ve piyanonun eşsiz uyumuna bıraktım kendimi. Dans etmek istedim. İşim bitmesine rağmen çıkamıyordum. Ayaklarım beni oyalamaya çalışıyordu. Gözlerimi kapayıp biraz daha rafların arasında dolaştım…

 Çıkarken sanki son bir öpücük çalmaya çalışan sevgili gibiyi keman, piyano sıkıca sarılmıştı belimden. Öylesine aşkla sarıyordu ki bedenimi, terk ederken canım acıdı. Keşke eskisi gibi cd çalar olsaydı da hemen dinleyebilseydim, hemen kavuşsaydım sevgilime. Neden bu kadar çok ve çabuk değişiyor ki teknoloji. Kahretsin…

Bir cafe görmüştüm istiklalde yürürken,  taksime doğru yüründüğünde yolun sağ tarafında kalıyordu. İsmine de bakmamıştım ki orada oturup bir kahve içecektim, kahve içerken de kimmiş bu sanat eserinin sahipleri diye okumaya fırsatım olacaktı. Yürüdüm geriye doğru göremedim. Sonra geçmişimdir, kesin dikkatli bakmamışımdır diye bir daha ters istikamakette yürüdüm. Ama maalesef. Sonra biraz yorgunlukla biraz da vakitsizlikten cafeye gitmekten vazgeçtim….

Sanırım dört saat geçti aldığımdan beri. Eve gelip bir an önce kavuşmak için sabırsızlanıyordum. Şimdi bu yazıyı “ Cafe de Beyoğlu” ‘nu dinlerken yazıyorum. Nasıl keyif aldığımı anlatamam. Bu yüzden “Tarlan Gazanferoğlu (Violin) & Natalya Grudnyakova (Piano) & Özgür Uluçınar (Double Bass) “ ‘ın ortak yapımı olan bu AŞK’ı edinin. Aşk’ın siyah beyaz tuşlardaki; gergin tellerdeki haline bir bakın. Sizi alıp olduğunuz yerden çok uzaklara götürmesine izin verin. Aşk’la yapılmış müziğin nelere kadir olduğunu siz de görün. Aşk’ın şehrinden sevgilerle…

İSTANBUL
13 Şubat 2012
16:48